Süleyman bey hep enerjik, formda, bakımlı ve güler yüzlü. Beslenme konusunda oldukça bilinçli. İyi yaşamın, sağlıklı ve ölçülü beslenmenin kısa bir yarış değil uzun bir maraton olduğunun farkına çoktan varmış ve hayata bakışını değiştirmiş. Hayattan aldığı keyiflerin temelini “ölçü” oluşturuyor. Kendine çok katı kurallar koymuyor. Yediklerinin ve içtiklerinin ölçüsünün kaçtığı bir seyahat veya özel bir akşam sonrasında, “ya hep ya hiç” veya “battı balık yan gider” deyip kontrolü bırakmak yerine, hemen ertesi gün dengeyi sağlıyor.. Süleyman bey sadece formda yaşamın zor olduğunu düşünen bireyler için değil, gençler hatta çocuklar için bile çok güzel örnekler ve öğütler verdi. İş ve özel yaşam dengesinin mükemmel uyumunu sergileyen Sayın Orakçıoğlu’ na bize zaman ayırdığı ve bu değerli önerileri okuyucularımızla da paylaştığı için teşekkür ediyoruz.
- Çocuklar ve gençler %20 daha az yesinler, %20 daha fazla hareket etsinler.
- Gelinler nasıl prenses oluyorsa, damatların da kral olma hakkı var.
- Yumurtayı tavuğun altından alıp, yerdik.
- Yoğurtsuz günüm yok
- Çok fazla acıktığınız zaman, saldırıyorsunuz. Deyim yerindeyse, savaşıyorsunuz. O yüzden az ve sık yerim.
- Şanslı bir çocuktum. Evimiz, iki katlı, çok büyük bahçesi olan bir evdi. Bahçede meyve ağaçları, havuzu, kümes hayvanları olan, zamanında her şeyi tadabileceğiniz bir yerdi.
- Sağlıklı olmak için zorunlu yediğim bir şey yok. Tüm seçimlerimi severek ve keyif alarak yiyorum. Üstelik sağlıklı olması, aldığım zevki de arttırtıyor.
- Bazı özel kalıplarımız insanı olduğundan %15 daha ince ve daha uzun gösteriyor.
- Damat çok lüks bir restoranda yediğiniz yemek. Tween, füzyon bir mutfak, denenmemiş bir yemek, farklı tatlar. ADV tam Akdeniz mutfağı. D’S de, bizden biri…
D.K. Süleyman Bey siz her zaman dinç ve formdasınız, koleksiyonlarınıza baktığımda özellikle de Tween markanızın bu özellikleri taşıdığını görüyorum. Merak ediyorum, tasarımlarınız, sadece formda olan erkekler için mi yoksa bu kendi disiplininizden kaynaklanan bir seçim mi?
S.O. Tasarım ekibimizdeki arkadaşlar, markamızın ruhuna göre hem kalıpları hem de modelleri dizayn ediyorlar. O nedenle şu anda benim fazla yorum yapmam yanlış olur. Ancak, bizim markalarımız içinde en fazla Tween önde olduğu için ve bu markamızda da kalıplar son derecede fit olduğu için, onlar daha fazla göze çarpıyor. Tabiî ki diğer markalarımızda da çok rahat kalıplar var. Bizim herkese ‘siz mutlaka formda olacaksınız ve o zaman Damat Tween’den giyineceksiniz’ diye bir şey deme şansımız ve hakkımız yok. Ama tabiî ki fit olmanın insana getirdiği bir takım avantajlar var. Aslında, bizim özellikle bazı sivri kalıplarımız var ve bu özel kalıplar insanı olduğundan %15 daha ince ve daha uzun gösteriyor. Bu kalıplarla hem fit olmanın avantajını yaşıyorsunuz hem de kendinizi çok faklı gösterebiliyor, hissedebiliyorsunuz.
D.K. O zaman ‘küçük fazlalıkları olanlar Tween giyinerek, daha fit görüntüye kavuşabilirler’ diyorsunuz, öyle mi?
S.O. Aslında Tween giyebilmek için de fit olmak lâzım ama, ‘Damat’ın özel sivri kalıplarında kendinizi çok daha iyi gösterme ve hissetme şansınız var.
D.K. Damat ismi çok düşünülerek konulmuş bir isim mi? Çünkü hanımlar gelin olarak düğünlerde bir prenses havası içinde. Gelinlik provaları, duvak/taç provaları, makyaj, özel seçimler vb. Damat ise, sadece takım elbise giyip, traş olunca işi bitiyor gibi görünüyor. ‘Biz de bir marka yaratalım da, damatlar daha iyi hissetsin’ diye aklınızdan geçti mi?
S.O. Evet çok düşünülmüş bir isim. Gelinler nasıl prenses oluyorsa, damatların da kral olma hakkı var. O gün, erkeklerin de kendini kral gibi hissetmesi gerekiyor. Aslında ‘Damat’, herkesin en iyi olduğu hali çağrıştıran bir isim. Ya da en bakımlı olduğu hali… Biz de bunu giysilerimizle katkıda bulunmak, bütünleştirmek istiyoruz.
D.K. Peki, şimdi biraz da sizden bahsedelim. Siz formunuzu korumak için özel olarak ne yapıyorsunuz? Çok fit ve formda görünüyorsunuz. Bu genetik bir şans mı, yoksa gerçekten, çok dikkat ediyor musunuz?’
S.O. Şans değil, dikkat ediyorum. Bazı ipuçlarını siz vermiştiniz bana ama, genel olarak hep kendime özen gösteririm. Özellikle sabah kahvaltılarıma gerçekten çok dikkat ediyorum ve öğün atlamıyorum.
D.K. En sevdiğiniz kahvaltı nedir?
S.O. En sevdiğim kahvaltı, en sağlıklı kahvaltı!
D.K. Sağlıklı diye mi seviyorsunuz, yoksa ‘ben gerçekten keyif alıyorum’ diye mi düşünüyorsunuz? Aslında tam olarak öğrenmek istediğim ikisi birleşti mi artık?
S.O. Ben zaten çok yağlı şeyleri yiyemiyorum artık. Bu yüzden evet, ikisi birleşti. Sadece sağlıklı olmak için zorunlu yediğim bir şey yok. Tüm seçimlerimi severek ve keyif alarak yiyorum. Üstelik sağlıklı olması aldığım zevki de arttırtıyor diyebiliriz.
D.K. Peki içecek olarak tercihiniz?
S.O. Sabah kahvaltısında bir şey içmiyorum. İşe geldikten sonra, yarım bardak nar suyu içiyorum. Onu ara öğün gibi düşünüyorum. Öğlen burada yiyorsam, buharda pişmiş sebze ve yanında da bir ızgara oluyor. Şu anda hayatımı paylaştığım Ahu’nun özeni sayesinde de şanslıyım, organik besin almaya ve sağlıklı pişirme tekniklerine dikkat ediyor Ayrıca benim için çok önemli olan, özel bir yoğurdum var, Bozcaada’dan geliyor bu içinde katkı maddesi olmayan bir “yoğurt gibi kokan bir yoğurt”. O kadar çok seviyorum ki, yoğurtsuz günüm yok diyebilirim.
D.K. Bu ‘küçükken annem çok güzel yoğurt yapardı’ gibi bir özlem ile bağlantılı mı?
S.O. Tabiî, tabiî, çocukluğumda da bana yoğurdun yedirilmesinin de etkisi var.
D.K. Yemekle ilgili olarak çocukluktan başka ne hatırlıyorsunuz?
S.O. O günlere baktığım zaman, şanslı bir çocuktum. Evimiz, iki katlı, çok büyük bahçesi olan bir evdi. Bahçede meyve ağaçları, havuzu, kümes hayvanları olan, zamanında her şeyi tadabileceğiniz bir yer…
D.K. Çocukluğunuz nerede geçmişti?
S.O. Elazığ’da büyüdüm, biz mevsimleri doğayla beraber hissederdik. Kiraz ne zaman olur? Mayısın son haftası, bunu bilirsiniz. Dut ne zaman olur? Ağacın tepesine çıkar yersiniz. Hepsinin bir zamanı vardı, döngüsü vardı. Siz de o zaman döngüsünde kendi elinizle toplayıp, yeme şansına sahiptiniz. Ben bunları çocukluğumda yaşadım. Şimdiki çocuklar bu şansa sahip değiller. Hattâ, yumurtayı tavuğun altından alıp, yerdik.
D.K. Gerçekten doğa ile iç içe şanslı bir çocukluk yaşamışsınız. yaşamışsınız. Kendi çocuklarınız için ne düşünüyorsunuz? Onlar da beslenmelerine dikkat ediyor mu?
S.O. Ben ailedeki diğer çocuklara yani tüm kuzenler olarak hepsine baktığımda kilolarının neredeyse yüzde kırk kadar fazla olduğunu düşünüyorum. Belki şu an farkında değiller. Onlara aynı zamanda yaşam koçluğu da yapmak istiyorum ve bu yüzden empati yapmaya çalışıyorum. ‘Ben onların yerinde olsam, bu kadar seçenek içinde ben yapabilir miydim?’ diye düşünüyorum. Tavsiyelerimi de bu yönde yapıyorum.
D.K.. Peki Süleyman Orakçıoğlu olarak, çocuklara ve gençlere ‘fit olmak’ neler önerirdiniz?
S.O. Birincisi hayatlarına sporu katmaları lazım. Çünkü çocukların hareketleri azaldı. İkincisi, bugünkü standartlarını, beslenme tarzlarını değiştiremiyorlarsa bile, mutlaka %20 daha az yesinler, %20 daha fazla hareket etsinler. Spor yapamıyorlarsa bile, hareket etsinler. Ondan sonraki de, sizin çok önemli bir öneriniz vardı: 5 -6 öğüne çıkmak. Çok fazla acıktığınız zaman, saldırıyorsunuz. Deyim yerindeyse, savaşıyorsunuz. İster istemez ölçüyü kaçırıyorsunuz. Ölçüyü kaçırdığınız zaman da sorun oluyor. Bu yüzden son önerim az ve sık yemeleri yani öğün atlamamaları.
D.K. Gençler birbirlerinden de çok etkileniyorlar ve ortak geçirdikleri zamanda mutlaka yemek ile sosyalleşiyorlar
S.O. Evet, kesinlikle! Birbirlerini gaza getiriyorlar. Gece 10 da 11 de bir bakıyorsun, Onur Emir’i arıyor. ‘’nereye gidelim?’ diyor. ‘Bir yerde bir dürümcü açılmış. Şurada bir ciğerci açılmış, oraya gidelim’ diyor. Ya da ‘pizza yiyelim’. Hurra, oraya gidiyorlar. Aslında, ben saat 19:00 dan sonra meyvenin dışında hiçbir şey yenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Mecbur kalınmadıkça. Bir de, insanın hayatından çıkartması gereken bir şeyler var. Yağ, kızartma, tuz, fazla karbonhidrat. Ben bunların bir faydasının olmadığını düşünüyorum..
D.K. Sizin 4 markanız var. Bunların her birini bir “yemek tarzı” ile örtüştürmenizi istesem ne derdiniz?
S.O. Damat, çok “lüks bir restoran”da yediğiniz yemek. Tween, “füzyon bir mutfak” denenmemiş bir yemek, farklı tatlar. ADV, tam “Akdeniz mutfağı”. D’S de “bizden biri…”
D.K Ne güzel anlattınız
S.O. D’S için neden bizden biri dedim biliyor musunuz? Çünkü hem krepten hem de kebaptan hoşlanıyor. Hem oryantalden, hem valsten hoşlanıyor.
D.K. Harika. Peki, sporla ilgili ne yapıyorsunuz?
S.O. Haftada 3 gün iyi, spor yapıyorum. Günde yaklaşık olarak bir buçuk-iki saat ve haftada toplam beş buçuk-altı saat oluyor Bunlar spor salonunda yaptıklarım. Bir de sabahları da 15-20 dakika ısınma hareketleri yapıyorum.
D.K. Seyahatlerde durum nasıl?
S.O. Şöyle söyleyeyim. Örneğin bir akşam bir yere gittiniz. Bir arkadaşınızın doğum günü ya da özel bir gün. Orada biraz ölçüyü kaçırdınız. Birkaç duble bir şeyler de içtiniz. İster istemez ölçü kaçtı. Bunun geri dönüşümü size biraz yük olarak kalabiliyor. Ertesi gün biraz daha fazla su içmeye, öğünleri biraz daha fazla salatayla geçiştirmeye çalışıyorum. Karbonhidrat yükünü daha da azaltmaya çalışıyorum.
D.K. Genel olarak her şeyi yiyorsunuz “ya hep ya hiç” yapmıyorsunuz tebrik ederim. Böylece yasaklar olmadan her şeyde “ölçülü” yiyerek formda kalmanın mümkün olduğunu gösteriyorsunuz
S.O. Öyle. Bazen yememem gereken bir şey oluyor ama istiyorsam mutlaka ucundan tadına bakıyorum. Böylece mahrumiyet duygusu yaşamıyorum. Bence insanın kendine yemeklerle ilgili çok kötü kural koymaması gerekiyor.
D:K: Bu en iyi hissettiğiniz haliniz mi?
S.O. Şu anda iyiyim. Ölçüyü kaçırmamış durumdayım. İnsanın morali de çok önemli. Hayata baktığınız zaman, stres yapmanız için belki de birçok nedeniniz var. Ama bence bunların çok fazla yükünü taşımamak gerekir. Ben araştırmaya da meraklıyım. Stresin özellikle kaslarda, eklemlerde bir takım istenmeyen salgılar ortaya çıkarttığını, onların ister istemez bağışıklığı azalttığını biliyorum.
D.K. Stresi azaltmak için ne yapıyorsunuz?
S.O. Stresi azaltmak için; yürüyüş benim için önemli. Açık havada yürüyüş. Bunun dışında, spor yaptığın zaman da zaten stresi unutuyorsun. Huzur bence kendi içinizde. İnsanın moralini yüksek tutması lazım, hayata biraz daha sıcak bakmak, pozitif bakmak gerekli.
D.K. Genelde sakin bir insansınız, değil mi?
S.O. Çok üstüme gelinmedikçe, damarıma basılmadıkça kimseye tepki vermeyen bir insanım. Sinirlenen bir insan değilim. Ama bazen karşınızdaki bunu kullanabiliyor. Siz ne kadar tolerans gösterseniz de, o kişi biraz daha yüklenmeye başlarsa, o zaman değişebiliyor. Ama bu da uzun süreli olmuyor. İnsanlarla ilişkilerimde kin tutan bir halim yoktur. İnsanın açık ve net olması lazım. Aynı zamanda, kafasının arkasındakini değil de, o anda karşısındakine paylaşımcı bir şekilde ifade etmeli. Etrafımızdaki insanların o anki psikolojik durumunu çok iyi bilmek lâzım. Çünkü, siz de nerede duracağınızı bilmediğiniz zaman, bir anda karşınızdakini çileden çıkartabilirsiniz. O yüzden ben ‘empati’ yaparım. Empati güzel bir şeydir. Hepimize gerekli.
D.K. Evet, empati çok önemli. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
S.O. Karşımdakini anlamaya çalışarak. Ayrıca, zannederim pozitif bir insanım. Etrafımda olan insanlar da ‘nasıl bu kadar pozitif olabiliyorsun?’ diye beni zaman zaman uyarıyorlar. ‘Niye bu kadar paylaşımcısın?’ diyorlar. Ben de ‘kendimi böyle huzurlu hissediyorum’ diyorum. Birilerine bir şeyler yapıp, huzursuz olmaktansa, huzurlu olmayı seçiyorum.
D.K. Ben şimdi size birkaç yiyecek – içecek ismi söyleyeceğim. Siz de ilk aklınıza geleni söyleyin lütfen
Kuru fasulye———Pastırma
Şarap——–Peynir
Simit———-Kaşar.
Şampanya——-Başarıyı kutlama.
Peynir——-Sıcak bir ekmek
Çikolata———Mutluluk