Zihnen hazır olduğunuzda, kilo vermek 100 kat daha kolay geliyor. Bu çok basit gelebilir kulağa, ancak araştırmalara bakıldığında birçok diyete başlayan kişinin diyet sırasında aç kaldıklarından ya da menülerle ilgili sıkıntı yaşamalarından ziyade, psikolojik sebeplerden dolayı diyet yapmaktan vazgeçtiklerini görüyoruz. Ya da sıkılıyorlar, verdikleri kilo oranıyla memnun olmuyorlar, ya da anlık olarak diyetten kopmaktan muzdarip oluyorlar ve beraberinde suçluluk duygularıyla etkileniyorlar, kendilerini yoksun hissediyorlar. Ve sonrasında, bu hatalarını açıklamak üzere, bazıları diyet listelerini suçluyor, ya da vücutları kilo vermeye engel olduğunu düşünmeye başlıyor. Bu süreç kendisini sıklıkla tekrarlıyor ve sonuç olarak da diyet yapan kişilerin bazıları senelerce kilo vermeyi başaramıyorlar. Üstelik bu zorluğun gerçek sebeplerini de anlayamadan. Aşağıda, kilo verme sürecine başladığında, kişilerin karşılaşabileceği 3 genel psikolojik sıkıntıdan bahsedeceğim. Ayrıca, bu sorunlarla baş etmede nelerin etkili olacağına da değineceğim. Sorun 1. Kilo vermenin size nasıl bir faydasının olacağını bilmemek Sadece 2 kilo, ya da 20 kilo vermek istesek de, yeme...

Zamana meydan okumak her daim genç ve sağlıklı olmayı kim istemez? Yaşlanmayı mümkün olduğu kadar yavaşlatmak ve vücudun bir bütün olarak orantılı ve sağlıklı yaşlanmasını sağlamak amacıyla anti-aging uygulamalrı son yıllarda çok gündemde. Anti-aging kelime anlamı olarak “yaşlılığa karşı” demektir. Tıbbi olarak, “koruyucu tıp” olarak da nitelendirebiliriz. Temel amaçlarına baktığımızda; Cilt dokusunu ve bağlayıcı hücreleri yenilemek Hormonal düzensizlikleri dengelemek Cinsel gücü ve sağlığı arttırmak Yaşlanma sonucu oluşabilecek hastalıklara karşı erken tanı ve önlem almak amaçlar arasında yer alır. Anti-aging ‘in uygulama ve amaçları En iyi tedavinin erken teşhis olduğunu artık birçoğumuz biliyoruz. Aslında ‘en iyi tedavi de; hiç hasta olmamak ve bunun için önlem almaktır. Anti-agingde ilk adım sağlık muayenesidir. Kişi sağlıklıysa, bunun üstüne anti-aging destekleri inşa edilir. Yetersizlik veya hatalar tespit edilip, yerine konmaya çalışılır. Anti-aginde önemli konuların başında beslenme tarzı gelir. Aslında yıllara meydan okumak için ilerleyen yaşları beklemeden amaç hep iyi beslenmek olursa zaten doğal anti-aging de...
Anoreksiya nervoza, fazla kilolu olma endişesinden olayı olabildiğince az yemek yeme ya da bazı zamanlarda hiç yemek yememe hastalığına denir. Anoreksiya hastalığı olan kişiler, kilolu olmadığı halde kendisini aşırı şişman olarak görürler ve bu histen kurtulmak için de yemekle aralarına mesafe koyarlar. Bu durum, hem fiziksel, hem de psikolojik bir rahatsızlıktır. Fiziksel olarak izdüşümleri, hormon değişimlerinden görülebilir. Az kilo ve az vücut yağının sonucu olarak, hormonlarda değişiklikler görülür. Bu da kadınlarda genellikle mensturasyon döneminin görülmemesine sebep olur. Ayrıca, kişiler kendilerini güçsüz ve halsiz hissedebilirler. Sürekli üşüme ve uykusuzluk sorunları yaşayabilirler. Psikolojik olarak anoreksiya nervozanın etkileri ise oldukça fazladır. Bu hastalık, daha çok genç kadınlarda ortaya çıkar. Az vücut ağırlığıyla performans gösteren kişilerin beden imajlarına daha çok dikkat ettikleri ve anoreksiya nervozaya kadar sıkıntı yaşayabildikleri bilinir. Bu psikolojik sıkıntılardan kaynaklanabilecek en uç sonuç, açlıktan ya da intihar nedeniyle ölüme kadar gidebilir. Psikolojik olan tek ölümcül hastalık anoreksiya nervozadır. Anoreksiya Nervoza’nın Belirtileri Nelerdir? Sıkı...

Çocukluk çağından çıkmış olup, yetişkinliğe doğru giden yolda geçiş dönemi olan ergenlikte birçok sıkıntılar yaşanabilir. Bunlar bedenle ilgili olabildiği gibi, psikolojik, sosyal ilişkilerle ilgili ya da yemekle ilgili şikâyetler de olabilir. Ergenlik dönemlerinde görülen en sık yeme bozukluklarının ortak yönü ise, somut, organik bir rahatsızlık olmadan kişilerin kendilerinin sahip oldukları ve/veya olmak istedikleri bedenleriyle ilgili sıkıntılardır. Bunların oluşmasına sebep olabilecek en önemli durumlardan başında ise, ailelerin bakış açıları gelir. O nedenle, ergenlerin yemekle ilişkileri ve bedenleriyle ilişkileri, aileleriyle olan ilişkiler üzerinde de epeyce etkili. Bunların çözümlenmesinde aile-odaklı tedavilerin geliştirilmesi, aile terapisi yerine “aile ile terapi” uygulanması daha etkili olur. Bir yeme bozukluğu geliştiğinde, ailenin gündelik yaşamda deneyimledikleri, hayatın parçalarını oluşturan bazı özellikler kişiyi normalden daha fazla rahatsız edebilir. Bu gündelik yaşantılar; aile bireyleri arasındaki fikir ayrılıkları, ergen ile ebeveynler arasındaki uslûpların normalden daha agresif olmaları, ergenin bireyselleşmeye attığı adımla hem kendisini özgür hissetmesi, hem de kaygı duyması gibi sıkıntılar olabilir....

Karaciğer vücudun en ağır ve en büyük organıdır. Yerine getirdiği görevler nedeniyle de vücudumuzda çok önemli bir yere sahiptir. Karaciğerimiz; protein, karbonhidrat, yağ, vitaminler, ilaçların ve birtakım elementlerin vücutta işlem görebilmesini sağlamadan sorumlu olan organımızdır. Karaciğerin yenilenme özelliği vardır. Ancak bu yenilenmeyi gerçekleştirebilmek için beslenmemizde de bazı değişiklikler yapmak gerekir. Ana prensip düşük yağlı bir beslenme tarzını benimsemek olmalıdır. Alkolden uzak durulmalıdır. Kadınların 1, erkeklerin ise 2 kadehten fazla alkol tüketmeleri başta karaciğer fonksiyonları olmak üzere birçok yaşamsal fonksiyonumuza zarar vermektedir. Karaciğerin yükünü azaltmak için DOĞAL BESİNLER tercih edilmelidir. Hayvansal yağlardan uzak durulmalıdır.(tereyağı, içyağı gibi) Sebze ve meyve gibi lifli besinlerin tüketimi arttırılmalıdır. Şarküteri ürünlerinden (sosis, salam, sucuk gibi) ve sakatatlardan uzak durulmalıdır. Yağlı etler ve kıyma, tavuk derisi, yumurta gibi yağlı besinlerin tüketimi azaltılmalıdır. Kuruyemişler ılımlı tüketilmelidir. Şeker vücutta yağa dönüştürüldüğü için karbonhidrat ve şeker tüketimi mümkün olduğu kadar azaltılmalıdır. Enginar, bal tüketmek karaciğer için çok faydalıdır. (Bal, diyabet...
Polikistik over sendromu (PKOS), üreme çağındaki kadınlarda en sık görülen endokrin bozukluktur. Her 15 kadından birisini, yani yaklaşık % 7’sini etkilemektedir. Hastalık genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle ortaya çıkmış sık görülen ve kompleks bir bozukluk olarak değerlendirilebilir. Stein-Leventhal Sendromu olarakta tanımlanan bu hastalık; Aşırı tüylenme (hirşutizm) Mensturasyonun olmaması ya da düzensizliği Gebe kalamama Obezite/özellikle abdominal obezite Yumurtalıklarda çok sayıda kist oluşumu ile karakterizedir. Polikistik Over Sendromu bulunan kadınların çoğunda karın bölgesinde yağlanma, kilo vermekte zorlanma, aşırı derecede karbonhidrat tüketimi ve hipoglisemik dönemler (kan şekeri düşmesi) yaşanabilir. PKOS, basit bir yumurtlama bozukluğu olmaktan çok, Tip 2 diyabet, dislipidemi ve kalp-damar hastalıkları gibi uzun dönemde sağlık riskleri taşıması nedeniyle dikkatli takip edilmesi ve ihmal edilmemesi gereken bir hastalıktır. Polikistik over sendromunda; hipofiz bezinden salgılanan LH ve FSH hormonları anormal şekilde üretilir. Bu dengesizlik nedeniyle mensturasyon (adet) döngüsü değişir ve her ay düzenli olarak yumurtlama gerçekleşmez veya mens hiç yaşanmaz (amenore) ve yumurtalıklardan erkeklik hormonlarının...
Zamana meydan okumak her daim genç ve sağlıklı olmayı kim istemez? Diye başlayan antiaging beslenme alışkanlıkları konusuna geçen ay ki bültenimizde başlamış ve özetle şunları söylemiştik. Anti-agingde ilk adım sağlık muayenesidir. Kişi sağlıklıysa, bunun üstüne anti-aging destekleri inşa edilir. Yetersizlik veya hatalar tespit edilip, yerine konmaya çalışılır. Yaşlanmanın önüne geçilemez ama fiziksel ihtiyarlamanın önüne geçilebilir. Yaşlanmanın tüm belirtileri yavaşlatılabilir, hatta yeniden yapılandırılan bir beslenme tarzı ile kaliteli yaşam süresi uzatılabilir. Bunun için; Posa yönünden zengin dengeli bir beslenme tarzı hedefleyin Haftada bir gün detoks veya daha kontrollü beslenmeye özen gösterin Şimdi kaldığımız yerden şöyle devam ediyoruz. Daha fazla su içmek için harekete geçin Su, bütün canlılar için gereklidir. Hücrelerimize besin ve oksijen taşınmasını sağlar. Vücuda zararlı maddelerin (toksik öğeler) böbreklerden dışarı atılmasını sağlar. Böylece vücudu temizler, canlılık verir ve besler. Kan basıncının kontrol edilmesinde görevlidir. Vücut ısısını ayarlamada yardımcıdır, egzersiz ve sıcak havalarda terleme yolu ile vücut ısısının sabitlenmesini sağlar....
Geçen ayki bültenimizde, stresin hayatımızdaki yerinden ve belirtilerinden bahsetmiştim. Stres, dozuna göre bizi verimli hale getirebilir. Ancak bazen de çok daha kaygılandırabilir. Stresin bizim üzerimizdeki etkilerini, mümkün olduğunca kendi kaynağında çözümlemede fayda var. Bu şekilde hayatımızın diğer alanlarında daha rahat ve etkili olabiliriz. Özel yaşamımızda, iş yaşamımızda, ya da sosyal yaşamımızda stresli olma halimizle baş edebilmek için çeşitli farklı yöntemler vardır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Bedene yönelik yöntemler, beslenme davranışımızı da yakından ilgilendirdiğinden, çok önemli bir role sahiptir. Stresle baş ederken, bedenimizle nasıl başarabiliriz bunu? a) Nefes egzersizleri ve Gevşeme yöntemlerini uygulayarak. Günde 5-15 dakikayı kendimize ayırmak, bedenimize yönelmek ve bedenimizi rahatlatmak, hem zihnimize, hem de bedenimize yapacağımız en iyi dinlenme yöntemi olacaktır. Bu şekilde kendimizi daha dingin ve kaygısız hissedebiliriz. b) Düzenli spor yaparak. Hareket etmek, kan dolaşımını da hızlandırdığı için, kas gerginliğini azaltmakta faydalıdır ve kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar. c) Düzenli ve sağlıklı beslenerek. Beslenmemizde omega açısından...
Stres hayatımızın her alanında, sıklıkla karşılaştığımız bir durum. Stres bir yandan bizim hayatımızı zorlaştıran, daha az keyif almamıza sebep olan bir durumken, bir yandan da yaşamımızı daha anlamlı, verimli, kaliteli hale getirmede önemli etkenlerden birisidir. Peki ne anlama gelir stres? Stres ne demektir? Stres, vücudun içsel ve dışsal uyaranlarına verdiği tepkidir. Dışsal uyaranlar, herhangi bir ülke ya da şehir değişikliği, geçiş dönemlerinde yaşanan okul ya da iş değişikliği, ya da çok sevilen bir eşyanın kaybolması gibi durumları kapsar. İçsel uyaranlar ise fiziksel ve ruhsal olarak duyulan rahatsızlıklardır. Bu uyaranlar tehlikeli olmaya başladığında, vücut kendisini korumaya çalışarak, savunmaya geçer. Bu savunma “ya savaş, ya kaç” ikilemiyle olur. Vücut ya stresin kaynağıyla savaşmaya çalışır, ya da ondan kaçar. Bu durum, stresin fiziksel belirtilerinden birini oluşturmaktadır. Peki, stresin diğer belirtileri var mıdır?Stresin belirtileri nelerdir? Stres, belirtilerini üç farklı alanda gösterir. Bunlar; Fiziksel belirtiler: Çarpıntı, baş ağrısı, mide ya da sindirim bozukluğu, uykusuzluk ya...
Migren, biz kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülmekle birlikte, çoğunlukla ataklar halinde gelişip şiddetli baş ağrısına neden olan nörolojik bir hastalıktır. En yaygın olduğu dönem 25-34 yaş aralığıdır, kadınların %15’i, erkeklerin ise %6’sı ataklar yaşamaktadır. Ataklar, değişen uzunluklarda olabilir. Yapılan araştırmalar, yetişkin bireylerin %70’inin zaman zaman da olsa baş ağrısı şikâyeti yaşadığını göstermektedir. Bazı baş ağrıları; tansiyon veya nezle-grip gibi geçici durumlarda ortaya çıkmakla birlikte ciddi- kronikleşmiş migren atakları yaşayan bir kesimde bulunmaktadır. Diyet faktörleri, hormonsal değişiklikler, duygusal durum, uyku düzeni, iklimsel değişiklikler, kişisel bazı alışkanlıklar migreni tetikleyen başlıca faktörler arasında sayılabilir. Bazı besinler, katkı maddeleri ve diyetteki diğer bileşenler, migrene yol açabilir fakat bireyden bireye etkisi değişiklik gösterebilir. Ne Yediğiniz Önemli!!! Birçok besin özellikle tiramin içerenler, bireylerde migren ataklarını tetikleyebilir. Magnezyumdan zengin olan besinler ise önleyici etki göstermektedir. Günlük beslenme düzenimizde fark etmeden tükettiğimiz hangi besinlerin atakları arttırabileceğine göz atalım; MİGREN ATAKLARINI TETİKLEYEBİLECEK EN YAYGIN BESİNLER Peynir olgunlaşmış peynirler...