Çocukluk çağından çıkmış olup, yetişkinliğe doğru giden yolda geçiş dönemi olan ergenlikte birçok sıkıntılar yaşanabilir. Bunlar bedenle ilgili olabildiği gibi, psikolojik, sosyal ilişkilerle ilgili ya da yemekle ilgili şikâyetler de olabilir. Ergenlik dönemlerinde görülen en sık yeme bozukluklarının ortak yönü ise, somut, organik bir rahatsızlık olmadan kişilerin kendilerinin sahip oldukları ve/veya olmak istedikleri bedenleriyle ilgili sıkıntılardır. Bunların oluşmasına sebep olabilecek en önemli durumlardan başında ise, ailelerin bakış açıları gelir. O nedenle, ergenlerin yemekle ilişkileri ve bedenleriyle ilişkileri, aileleriyle olan ilişkiler üzerinde de epeyce etkili. Bunların çözümlenmesinde aile-odaklı tedavilerin geliştirilmesi, aile terapisi yerine “aile ile terapi” uygulanması daha etkili olur.
Bir yeme bozukluğu geliştiğinde, ailenin gündelik yaşamda deneyimledikleri, hayatın parçalarını oluşturan bazı özellikler kişiyi normalden daha fazla rahatsız edebilir. Bu gündelik yaşantılar; aile bireyleri arasındaki fikir ayrılıkları, ergen ile ebeveynler arasındaki uslûpların normalden daha agresif olmaları, ergenin bireyselleşmeye attığı adımla hem kendisini özgür hissetmesi, hem de kaygı duyması gibi sıkıntılar olabilir. Bunlar her ne kadar sürecin doğal birer parçalarıysa da, yeme sıkıntısıyla bir araya geldiğinde daha büyük bir sorun olarak yaşanmasına sebep olabilir. O nedenle de, herhangi sıkıntı verici bir olay, örneğin bir kayıp, ciddi bir hastalık veya aile içinde yaşanan tatsızlıklar, hayati tehlikesi olan bir hastalık gibi yeni bir önem kazanır. Bununla birlikte birçok olumsuz duygu berabinde gelir. Bunlar; kaygı, çaresizlik duyguları, suçluluk ve suçlama olur.
Bu yukarıdaki duygularla baş edebilmek için de ailelerin tepkileri ve tavırları çok büyük önem taşır. Ebeveynler, işleri daha kötüye götürebilecek bir şeyi yapma riskini almaktansa, hiçbir şey yapmamanın daha güvenli olduğu hissine kapılır. Aile krizle baş edemediğini hissederek, ipin ucunu kaçırmama çabalarıyla aile kurallarının bazı yönleri aşırı vurgulanır. Buradaki baş etme mekanizmalarının işlevselliğinin farkında olmak problemlerin çözümleri için en önemli etkenlerin başında gelir.Aile kendi yaşam döngüsünü yaşarken ve tüm aile bireylerinin fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılarken, ailenin yaşam dengesini korumalıdır. Aynı zamanda da içsel ve dışsal baskılar karşısında değişimin yollarını bulmak zorundadır. Kimi zaman bu süreçler daha kolay atlatılabilirken, kimi zaman da çocukluk döneminden ergenliğe ve yetişkinliğe geçişlerinde olduğu gibi olan değişimler gündelik yaşama göre daha büyük olduğundan, uyum da daha çok zaman alabilir.
O nedenle, aile yaşam döngüsündeki bu geçiş noktaları zaafiyet noktaları olmakla beraber, çözümlenmemiş bireysel veya ailevi konular ve/veya aile bireyleri için önemli olan diğer gündelik yaşamdaki olaylar bir araya geldiğinde aile bireylerinin birinde bazı sıkıntıların oluşmasına sebep olabilir. Bunlar da çoğu zaman ailenin çocukları olan ergenler için daha zorlu olabilir.
Yeme Bozukluklarında Muhtemel Sebepler
Yeme bozukluklarının sebebi olarak tek bir nedenden bahsetmek yerine, birkaç farklı ve birbiriyle ilşikili sebepleri düşünmek daha doğru olur. Risk faktörleri olarak düşünülebilecek olan durumlar aşağıdaki gibidir:
- Biyolojik yatkınlık
- Psikolojik yatkınlık
- Aile durumu
- Sosyal koşullar
Her birey açısından hangi faktörün en önemli rolü oynadığını belirlemek tedavi açısından çok önemli. Bunun için de bütüncül olarak yardım edebilmek için, ailenin kendine özgü gelişimsel aşamasında odaklandıkları sorunlarla birlikte düşünmek kaçınılmazdır.
Eğer, bir yeme bozukluğu ailenin ebeveynlik görevlerini bırakması aşamasının ardından ortaya çıkıyorsa, yakınlık ve uzaklık, ayrışma ve bireyselleşme meseleleri yeme bozukluğu ile ilgili merkezi önem kazanır. Ebeveynler kendilerini aksi yönlere doğru çekilmiş hissederler- bir yandan sorumluluğu üstlenerek ergenlik çağında olan çocuklarına yardımcı olmayı ümitsizce isterken, diğer yandan da çok müdahaleci olmak ve işleri daha da kötüye götürmekten korkarlar. Her iki ebeveyn de bu ikilem ile mücadele ediyor olsa da, genellikle biri daha fazla ilgili olmanın temsilcisi haline gelirken, diğeri de çok fazla müdahaleci olmamanın önemini öne çıkaracaktır. Bu da, çocuklarıyla olan ilişkilerinde anne ve babanın “iyi” rol ve “kötü” rol paylaşımını ister istemez yaptığı görülür.
Zorluklarını çözümlemeye çalışırken aile, yeme bozukluğu etrafındaki aile içi ilişkiler kalıpları ile düğümlenmiş ve tam da çıkmaya çalışma eylemiyle kendini bir ağ ile kıskıvrak bağlamış olabilir. Sıkıntının ne olduğu ve yaşamlarına nasıl yansıdığını tespit etmek, bu sıkıntıların çözümünde yapılan yöntemlerden sadece biridir. Ancak bu, tedavinin geri kalanının işlevsel olmasını sağlayan ilk yöntemdir. Bu da “aile ile terapi” ile mümkün olur.