Birçok sebepten dolayı kilo vermeye karar veririz: görüntümüzden memnun olmadığımız için, seçtiğimiz kıyafetlerin güzel durmamasından, sağlığımız tehlikede olduğundan, yakınlarımız istediği için, ya da işimiz tehlikede olduğu için. Kilo verme sürecine aslında sadece bedenimiz dahilmiş gibi düşünürüz; ancak hiç kimse şişman bir beyinden ya da şişkin bir zihinden dolayı kilo vermeye karar vermez.
Ancak, “karar vermek” zihinsel bir işlevdir. Ne zaman ve neden böyle bir karar verdiğimiz de, zihnimize bağlıdır, bedenimize değil. Bu kararı, hayal ettiğimizden birkaç kilo fazla olduğumuzda düşünürüz, ya da çok fazla kilo alıp artık obezite sınırlarına ulaştığımızda. Bedenin gerçek ölçütleri, kilo verme kararını tetiklemiyor, böyle bir seçim ancak beyin tarafında yapılıyor.
Bir diyet programına başlamak ve devam ettirmek aslında zihinsel bir süreç, önemli olan bu alınan kararı tetikleyebilecek faktörleri keşfetmektir.
1. Kendilik İmajı
Her birimizin iki yönlü imajı vardır: dünyaya çevirdiğimiz yüzümüz ve nasıl göründüğümüze dair içsel dünyamızdaki fikrimiz. Diğerleri tarafından çekici bulunmak için kıyafetlerimize özen göstererek çabalamamıza rağmen, kendimizden tatmin olmamız ya da olmamamız, diğerlerinin etkilenmesine nazaran çok daha etkili.
Bu kavramı, kendinizi ve çevrenizdeki diğerlerini gözlemleyerek keşfedebilirsiniz. Giydiğiniz her kıyafet için sıklıkla övgüler aldığınızı fark edeceksiniz, fakat bu size “doğru his” olarak gelmeyecek. Size en iyi oturan kıyafetinizi seçin ve giyin, böylece göze çarpan bir kıyafet giymiş olacaksınız. Bu da, sizin kendinizi çok özel hissetmenizi sağlayacak- ve diğer hiç himse bunu fark etmeyecek!
Aynı kopuk bağlantı, kilo için de geçerli. Eğer zihnimizdeki gözümüze hoş bakarsak, kendimizi şişman hissetmeyiz, her ne kadar çevremizdeki insanlar kilo aldığımızı söyleyip dursalar bile. Ancak, eğer biz kendimizi kilolu görürsek, etrafımızdaki insanlar ne yaparlarsa yapsınlar, kendimizi daha az şişman hissetmemiz için hiçbir zaman yeterli olmazlar. En uç noktaya taşırsak, zihnimizdeki beden ölçüsü bazen de anoreksiya nervoza gibi yeme bozukluklarına kadar da gidebilir, bu da kişilerin kendilerini devamlı olarak çok şişman görmelerinden dolayı, tehlikeli bir biçimde kendi kalori alımlarını sınırlandırırlar.
İçsel olan kendilik imajımıza göre, diyete başlamaya karar veririz. Zayıf olmayı istemenin sebepleri şunlar olabilir; kişilerin, diğer cinse daha çekici görünmek istemek, ailesinin ya da arkadaşlarının “aferin” demesini duymak istemesi, diğer insanlara “başarılı” olduğunu göstermek istemesi gibi.
Ancak bedeninizdeki gerçek şekil farkı, kişisel olarak kişinin kendi zihninde gösterir. Arzu, kendimizle ilgili çok iyi hissetmek istemektir. Bu da, bizi diyetin ve egzersizin monotonluğuna götürebilir. Kendimizle ilgili gelecekteki görselliğimiz, amacımıza doğru bizi teşvik eden şeydir.
2. Beden mi, Zihin mi Baskın?
Bedenimiz ve zihnimiz arasında içsel bir çekişme halini her zaman sürdürürüz. İkisi de, farklı zamanlarda çok daha baskın oluyor. Bebekken, bir sürü duygu toplamı sayılırız. Daha sonra etrafımızdaki heyecanlı dünyayı keşfederiz. Erken okul yıllarına geldiğimizde, zihnimize odaklanmaya başlarız. Doymak bilmez bir şekilde, bu yoğun bilgileri yutarız. Sonra, ergenlik dönemine devam ederiz, bir gecede görünüşümüz değişir ve gündelik yaşantımızdaki her zamanki halimizden çok daha farklı bir görünüme sahip oluruz. Kendi bedenimiz üzerinde orantısız zaman harcarız. Yeni kıyafetler deneriz, yeni saç stilleri ve yeni makyaj çeşitleri.
Yerleşik hayata geçtiğimizde ve istediğimiz gibi bir yaşam inşa ettiğimizde kendimiz için, tüm çabalarımız enerjimiz kendimizin dışındakilere dönüyor: çocuklar, bizim için önemli diğer insanlar, arkadaşlar, aile ve iş takip ediyor. Etrafımızda birçok şey oluyor ve kendi bedenimiz ve zihnimize daha az dokunur oluyoruz.
Kendi güvenli alanımıza dönüyoruz ve bu alanımızdaki ihtiyaçlarımız da yemeklerle doluyor. Endişemizi, sık yaşadığımız düş kırıklığımızı rahatlatır ve dinginliğimizi arttırır. Sosyal etkileşimimize de arttırır. Kendimizi her zaman gördüğümüz gibi görmeye devam ederiz ve bedenimizin farklı bölgelerindeki yağları yok sayarız. Bedenimiz, kendi içsel dünyamızdaki bedenimizin imajı çok daha önemli hale gelir.
3. Kendimizi Etkin Hissedebilme Duygusu
Kendimizi etkin hissedebilme, kişilerin yapacakları her hareketin sonucun üzerinde etkisi olacağına dair inanca verilen isimdir. Bu, kendine güven demek değil, ya da hiç kimse her şeyi yapacak güce sahip değil demek de değil, her ne kadar her ikisini içermesine rağmen. Her yaptığımız şeyin, istediğimiz sonuçlar üzerinde etkisi olacağına dair içsel beklentimizi yansıtır. Eğer bu inanç eksik olursa, o zaman her ne yaparsak yapalım, arzuladığımız amaca ulaşmayacağımız korkusu yaşanıyor. Beceriksizlikle sınırlanan, kişinin kendisini suçlayan düşüncelere itmesine sebep olur:
“Her ne kadar dikkatli diyet de yapsam, kilo veremiyorum…”
“Her gün egzersiz yapabilirim, ama hiçbir zaman bu büyük kalçalardan kurtulamayacağım…”
“Sağlıklı besinler yemeye özen gösteriyorum, ama göbeğim büyümeye devam ediyor…”
“Hangi tekniği denersem deneyeyim, hiçbir şey bu kırışıklıkları gidermeyecek…”
Eğer daha güçlü bir kendini etkin hissetme duygusuna sahipseniz, inanç sisteminiz ve düşünce şekliniz şu şekilde yankılanacaktır:
“Tüm yapmam gereken şey, motive olmak ve kendi bedenimiz birkaç hafta içerisinde bir şekle sokabilirim…”
“Sadece kendime bir gün belirleyip, diyete başlamalıyım ve sonrasında kendi yolumu bulacağım…”
“Kendimi bir süredir ihmal ediyor olabilirim, ama biraz sıkı çalışma beni eski halime getirecek…”
Diyete başlasanız da, başlamasanız da, bir şekle girmeye karar verin, ya da kendinizi biraz daha fazla önemsemeyi öncelik haline getirin. Sonuçta, kişisel bir karar, istediğimiz, ya da istemediğimiz, bir bedende olmak. Fark, başarı arayışında ve bunu bir yolculuk olarak görmek her zaman işleri kolaylaştırır ve tahmin ettiğimizden de daha başarılı oluruz.
Bunları nasıl yapabiliriz, bu kavramlar bize nasıl yardımcı olabilir, konusu üzerinde bir sonraki yazımda ayrıntılaca değineceğim.